Bugün diğer günlerden biraz daha farklı; bilirsiniz Pazar, haftanın vermiş olduğu yorgunluğu atmanın tam zamanıdır biz insanlar için. Koca bir hafta yoğun bir tempoda çalışma sonrası bize vaadedilen bir hediye aslında. Gerçi benim böyle bir günümde olmuyor. Medya sektöründe pek bulamadığımız bir gün… Pazar gününü biz insanlar iple çekeriz, ‘Pazar olsun da sevdiklerimle güzel bir gün geçireyim’, ‘iş stresi olmayan güzel bir gün ve sevdiklerimle, daha ne isterim’ söylemleri geçer içimizden ve dahası…
Benimde çok aradığım bir gün aslında, ama arada buluyorum o fırsatı işte sorun o… Bir haberde okumuştum, insanlarla iletişim halinde olmak hormonel olarak insana iyi geliyor diye… Doğru bir araştırma sonucu yapılmış güzel bir araştırma haberiydi ilgiyle okudum. Şimdi diyeceksiniz ‘nereye varmak istiyorsun’ varacağız bir yere merak etmeyin.
Şu sosyal medya hayatımıza ne zaman girdi bileniniz vardır herhalde isterseniz şöyle ufaktan bir göz atalım; 1994 yılında ilk sosyal ağ sitesi, 1997’de Mesenger ile hızlı mesajlaşma hayatımıza girdi. 2002 yılında bir arkadaşlık sitesi ile sosyal ağda değişimler başladı. 2004 yılı Facebook’un kurulması ve bizden ilerleyen yıllarda çok şeyin gideceğinin ilk yılı… 2006’da ise Twitter girdi hayatımıza…
Değişiklikleri herkesin sevdiği gibi bende severim tabiki, bütün insanlık o yıllarda kurulan sitelere akın ederek aslında bugünlerdeki durumumuza ışık vermeye başladı. İlk zamanlarda iyi gözükse de şimdilerde çok şeyin kaybolduğunu yavaş yavaş gözlemliyoruz.
Sosyal medyadan sonra insan hayatında birçok şey değişmeye başladı. Sosyal medyada varolan içerik kullanıcı tarafından oluşturulduğundan yaratıcılık önem kazanmaya başladı ve katılım çağı doğdu. Medya’nın içeriğini üreten ve medyayı izleyen arasındaki katı ayrım ortadan kalktı. Bu oluşuma bağlı olarak değişim hızı arttı. Gerçekler değil fikirler önem kazandı, objektif olmak değil içten olmak önemli hale geldi. Bazı şeylerin farkında olmayan insanlar özel hayatlarını sosyal medyada yayınlamaya devam ettikçe “özel hayatın röntgenlenmesinin” sıradan ve kabul edilebilir olmasına neden oldu. Kısaca insanlık gözle görülür bir şekilde kaybolmaya başladı.
Sosyal medya ile birlikte bir çok saçmalıkta ortaya çıktı. Gazete sayfalarında sosyal medya sayfaları oluşturulmaya başladı. Ünlü insanların çektiği fotolar gazetede sütunlarını doldurdu. Habercilik masa başı olmaya başladı. Orta sayfalarda insanların kendilerinin çekmiş olduğu fotolar konulup altlarına iki cümle ile alakasız haberler yazılmaya başladı. Emeksiz gereksiz işler yapılmaya başlandı kısacası. Sosyal medyanın adeta reklamlarını yaptık site ve gazete sayfalarında…
Bu konuyu asında ileriki haftalara taşıyacaktım. ‘Sosyal Medya’nın ülkemizdeki gazete ve sitelere etkisi diye. Ama yazımın başında dedim ya ‘PAZAR PAZAR’ diye, işte bu gördüğüm tablo kaşında dayanamayıp, bu güzel PAZAR akşamında siz değerli okuyucularla bugün gözlemlediğim bir olayı paylaşmak istedim.
İnsanlık adına kayıp olarak gördüğüm dakikalar geçirdiğim bu Pazar günü. Dışarda “fast food” yemeyi pek sevmem ama, her ayın ilk haftası kendime bir gün ayırırım. Yine ayırdığım ‘o gün’ olan bugünü ‘kızarmış tavukçu’ya giderek değerlendirdim. Herkesin yaptığı gibi sıraya girdim menümü seçtim ödeme yaptım, beklemek için oraya yakın bir masaya oturdum. Kısa süre sonra yemeğim hazır olduğunu söylediler gittim aldım. Buraya kadar herşey normaldi benim için. Masaların araları çok yakındı birbirilerine, o yüzden yakın çevredeki masaların konuşmaları ve hareketleri ister istemez gözüme batıyordu. Bir anne kız gördüm, karşılıklı oturmuşlar yemek yiyorlardı. Annesi tahminimce 35’li yaşlardaydı. Kız ise oldukça ufaktı 9 yada 10 yaşında sanırım. İkilinin arasında OLMAYAN diyalog dikkatimi çekti. ‘Yazık’ diyerek gözlemlemeye başladım. İşim gereğimi desem yoksa, ayrıntıları çok dikkatli baktığımdan mıdır nedir… İlgimi oraya vermek istemesem de gözüme ve kulağıma engel olamayarak o geçen kötü dakikaları acı çeker gibi izledim. Annenin elinde ‘çok akıllı’ bir telefon, parmaklar oldukça aktif, yüzde yarı gülümsemeli, yarı düşünceli mimikler, ‘Sosyal Medya’nın kölesi olmuş bir ‘insani robot’. Karşısında ise kendi başına yemeğini yemeye çalışan kızı. Kız arada annesine ‘anne’ diyor ama nafile tabi… Olay şu şekilde gelişmeye başladı; Kız ilgi alacak hareketler yaptı, kendi başına yemeğini yedi, çatalını düşürdü yerden aldı, yemeye devam etti. ‘Robot Anne’si ise bunların farkında değildi. Kız arada sandalyeden kalkıyor, tekrar oturuyor. Anne bu duruma sadece bakıyor ama bedenen bakıyordu. Ruhsal olarak görmüyordu bile kızı. Kız oradan kalkıp gitse farkında bile olmayacaktı bence… Yanına gidiyor elinden tutuyor çekeleştiriyor. Anne ise sadece gülümseyip parmaklarına ve kızına eziyet etmeye devam ediyordu. Ben 10 dakikaya yakın süre hem izledim hem yedim. Yemekleri bitmiş bir şekilde baya oturdular. (Kız annesinin telefonla iletişiminin sona ermesini beledi). Sonra ‘annesi’ elinden tuttu ve gittiler. Tam gittiklerinde kızın bir ara gözlerimin içine baktığını hissetim, içim gitti desem yeridir. Üzgün gözleri gördüm birazda somurtkan, sanki bana bunu diyordu; ‘Bu hayat bu mu? Bende mi bunları yaşayacağım?’… Belki de kiminize ufak bir konu gelebilir ama, şunu unutmayın konunun içinde ufak bir çocuk var, tam anlamıyla programlanabilir bir çağda, ne gördüyse onu yapacak… Bu bizim yüzümüzden değil mi? Bugün yaşadığım bu olay 1 yada 2 neslin belkide baya bir robot olmasını sağlayacak. Tek kelimeyle YAZIK. Acıyorum bize!