Bir başarı hikayesi

Adamıza sık sık gelen ve tam bir Kıbrıs aşığı olan sanatçı Melis Bilen, bilinmeyen yönlerini, sanat hayatındaki hedeflerini Diyalog Gazetesine anlattı.

Sanatçı, bize bilinmeyen yönlerini, sıfırdan başlayan ve tek başına verdiği müzik mücadelesini anlattı. Melis Bilen, Türkiye’de yaşamasına rağmen ilk olarak yurtdışında keşfedilen bir şarkıcı, söz yazarı, besteci ve dansçı. Geçtiğimiz sene Türkiye’nin katılmadığı Eurovision’da, İsviçre’yi temsil etmeye aday tek Türk olarak, İsviçre Ulusal Finali’nde kendi bestesiyle yarıştı. İlk resmi albümünü Brezilya’da, 2’nci ve 3’üncüsünü Amerika’da çıkardı. Türkiye’de ise kendi imkanları ile 5 tane promo albüm yaptı. Ayrıca şarkılarını kendi web sitesinden ücretsiz olarak paylaşmaktadır.

Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği mezunu olan genç sanatçı, diplomasını bir kenara bırakıp hayatını müziğe adamaya karar verdi. Türkiye’de hiçbir yapımcıyla çalışmadan şimdiye kadar 200’e yakın şarkı yapan, kendi tırnaklarıyla ve çabalarıyla müzik mücadelesi veren bu gencin direniş hikayesini konuştuk.

Neden ilk albümünüzü Türkiye’de değil yurtdışında çıkardınız?
Çünkü ilk teklif oradan geldi. Türkiye’de de pek çok değerli yapımcıyla görüştüm. Fakat bir anlaşma noktasına gelemedik. Ben hayalimde olan projelerden bahsettim. Onlar buna ayıracak bütçelerinin olmadığını söyledi. Bazısı yaptığım müziğin fazla kaliteli olduğunu, Türkiye’de tutmayacağını söyledi. Bazıları ekonomik krizde olduğunu, yeni sanatçıya yatırım yapmak yerine eski şarkıcılara yeni albüm yapmanın daha karlı olduğunu söyledi.

Peki yurtdışından nasıl teklif geldi?
İlk olarak Brezilya’dan bir konser teklifi geldi. Bir organizatör beni internetten bulmuş. Sosyal medyada Brezilyalı çok takipçim vardı. Onlardan birilerinin videolarımı paylaşmasıyla bana rastlamış. Sesimi ve sahnemi çok beğenmiş. Gidip konser verdim. Orda bir aranjör DJ benle şarkı yapmak istedi. Söz yazdım, seslendirdim. Çok ilgi gördü. Ardından hemen bir yapımcı teklif getirdi. “Light of the World” adında bir maxi-single yaptık. Listelere 22. sıradan girdi ve 2. hafta 16. sıraya yükseldi. Sonra bir Amerikalı yapımcı gördü. Beni bir single ile denemek istediğini söyledi. 3 beste yaptım. Hemen single’ı çıkardık. “Let’s Do It Now” adlı bu single Itunes, Amazon, Deezer, Spotify gibi dijital mecralarda çok başarılı oldu. Ardından bir single daha yaptık, adı “Some Story”. Bunlardan kazadığım parayla Türkiye’de kendime 5 tane promo albüm yaptım. Satmadım, ücretsiz paylaştım.

Adınız ayrıca Sosyal Duyarlılık Projeleri ve Toplumsal Parçalar ile anılıyor. Bu konuya el atma fikri nasıl doğdu?
Mesela facebook ta bir şiddet videosuna rastladığımızda nasıl ki fena yaralıyor ve içimizden “keşke bunları durdurabilmenin bir yolu” olsa diyoruz. Sonra da ne yapacağınızı bilmediğiniz için, birkaç gün sonra unutup geçiyoruz. İşte ben bu duyguları içimde biriktiriyorum. Sonra benim elimden ne gelir diye zaman zaman düşünüyorum. Ben bir müzisyenim, benim elimden müzik gelir, o halde müzik yapayım diyorum. Şarkı yapıyorum. Belki bir iç rahatlatma, belki bir farkındalık doğurma, belki bir dikkat çekme, yüreklerde bir empatiye neden olma; bunlardan herhangi biri oluyorsa amacına ulaşıyor demektir.

İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Arapça gibi çok farklı dillerde şarkı söylüyorsunuz. Bir de sahnede latin dansları ve akrobatik showlar yapıyorsunuz. Hem bu kadar dilde şarkı seslendirmek, hem şarkı söylerken dans etmek zor olmuyor mu?
Şöyle bir söz vardır: “Gözlerimizin rengi farklı olsa da, gözyaşlarımızın tadı aynıdır.” Bir aşk acısı İspanyolca’da da aşk acısıdır, Arapça’da da, Türkçe’de de. Bazen haykırarak söylersin, bazen usulca konuşarak. Ama sonuçta sesinin elektriği aynıdır, bir can yanmasıdır. Bir arzulayıp erişememedir. Müziğin dili evrenseldir. Eğer ruhunda bunu bütünleştirecek bir potansiyel varsa, çıkıp o sahnede 25 milliyetten adamı da tek bir dille gözyaşlarına boğabilirsin. Ya da tek bir milleti 5 dilde ağlatabilirsin. Çünkü hepimiz aynıyız. Hepimiz, etten kemikten ve çarpan aciz bir kalpten ibaretiz.
Çok farklı milliyetten insanların karşısında sahne aldım. Dil ve telaffuz olarak da kendimi geliştirdim.
Danssa ayrı bir mevzu. Çocuk yaşlardan beri su balesi, jimnastik, jazz dans ve latin danslarıyla uğraştım. Sahne görsel ve işitsel bir bütündür. Dans ve jimnastik deneyimlerimi sahneyle birleştirdiğimde çok daha kuvvetli bir görsel şölen çıkıyor. Ben bu sinerjiden faydalanıyorum. Sahnede hem dans etmek, hem şarkı söylemek, hem de akrobasi yapmak çok zevkli ve sıradışı oluyor. Şahsen ben çok eğleniyorum.

Peki mühendisliği bırakıp müzisyen olmaya nasıl karar verdiniz? Böyle radikal bir kararı almak zor olmadı mı?
Toplum bize hep bir şeyler dayatır, çoğu zaman da iyi niyetle. İyi bir mesleğe sahip olmak, iyi bir kariyer yapmak, iyi paralar kazanmak, iyi bir standarda sahip olmak, iyi görünümlü iyi statülü bir eşle evlenmek, güzel çocuklar yapmak, ev almak, araba almak vs… Gerçekleştirdikçe hepsinin yanına bir çek işareti atılır. Fakat ben bunlara sahip yine de mutlu olamayan çok insan tanıdım. Acaba mutluluğun asıl formülü bu tanımlar olmayabilir mi? Acaba hayatta hepimizi aynı şey mi mutlu eder? Yoksa birini mutlu eden şey diğerini etmeyebilir mi?
Sevmediğiniz bir işte ömür boyu çalışıp milyon dolar kazanacağınıza, aşık olduğunuz mesleği yapıp az parayla geçinecek cesarete sahip olmaktır mutluluk. Bu benim tanımım.

Babamı 8 yaşında kaybettim. Annem beni Darüşşafaka’nın sınavlarına soktu. Kazandım. 9 yıl yatılı okudum. Herkes okuyup hayatımı kurtarmamı, mühendis, doktor ya da avukat olmamı söylüyordu. Müzikse sadece hobimdi ve platonik aşkımdı. Sonunda mühendis oldum. Sonra da diplomamı kenara koyup müziğe atıldım. İnsanın en büyük zenginliği hayalleridir. Bazıları hayallerini öldürür. Toplum ne der korkusuyla.. Müziğe olan aşkım benim korkumu bastırdı. Ve işi gücü bırakıp şarkıcı oldum.

Her şeye rağmen iyi ki mühendislik eğitimimi almışım diyorum, o ayrı. Çünkü okuduğum okul bana çok şey kattı. Analitik düşünce biçimi, dünya görüşü, hayatın matematiği… Ve şimdi müzik yaparken bile bu bilgilerden faydalanıyorum.

Peki bu meslekle kendinizi geçindirebiliyor musunuz?
Şimdiyi soruyorsanız evet. Ama ilk başladığım zaman öyle değildi. Müzikte ilk başlarda para kazanmayı beklemek çok zor. İlk yıllar yatırım yıllarıdır. Tamamen yabancı olduğum bir sektör. Ve kendi başımayım. Arkamda bir yapımcı yok, bir destek yok, sponsor yok. Neresinden başlayacağımı bilmiyorum. Tek bildiğim beste yapmak, söz yazmak ve şarkı söylemek. Ben de öyle yaptım. Şarkı yaptım. İnternete koydum. Zamanla takipçiler ve yüksek beğeniler geldi. Sonra da ufak tefek işler gelmeye başladı. Sahneye çıktım. Para kazandım. Bu defa kazandığım parayı daha çok müziğe yatırdım. İşlerim açılmaya başladı. Başkalarına da söz yazmaya başladım. Yurtdışında parçalarım çok sevildi. Çok ayrı dallardan proje teklifleri yağmaya başladı. Hiçbirini geri çevirmedim. Alanım olmamasına rağmen Almanya’dan bir rapçiye bile rap yazdım, rap düeti yaptık. Ama Latin Amerikalılar beni bir başka sevdi herhalde. Türkçe olarak yazdığım daha ilk parçam “Aşk Delisi” inanılmaz amatör bir parçaydı. Bir Güney Amerika sitesinde bir haftada 4,5 milyon dinlenmiş. Şaşırdım kaldım. Parça Türkçe. Çok geçmeden bir Brezilyalı’dan aldığım mesajla sevgilerinin şiddetini daha iyi anladım: “Seni çok seviyoruz Melis Bilen. Sen ülkemizin gururusun. Yurtdışında bizi çok iyi temsil ediyorsun.” Adamlar beni ciddi ciddi Brezilyalı zannediyor. Sonra da Brezilya’dan teklif geldi zaten.

İsviçre’deki Eurovision maceranız nasıl gelişti?
Türkiye Eurovision’a birkaç yıldır katılmıyor. Buranın TRT’si gibi oranın da SRF kanalı’nda çalışan bir tanıdığım, İsviçre’nin Eurovision parçası seçme sürecini yurtdışındaki müzisyenlere açtığını söyledi. Mutlaka şarkı gönder, sen çok iyi yazıyorsun dedi. Ben de 5 tane alternaifli parça gönderdim. Finale kadar çıktım. Ama bir Türk olarak İsviçre’yi temsil edecek olmam basında da biraz tartışma konusu oldu. Sonuçta bir İsviçreli’yi seçtiler. Ama benim için iyi bir deneyim oldu.

Bundan sonra yapmak istediğiniz büyük projeler var mı?
Hayalimde çok büyük konser-show projeleri var. Çeşitli albüm projeleri var. Hatta kitap projem bile var. Hepsinin içeriğini ve daha fazlasını burada saymam dökmem zor. Genelde gerçekleştirdiklerimi paylaşmayı, gerçekleştirme ümidim olanları paylaşmaktan daha çok severim. O yüzden bir gün yine başka büyük hayallerimi gerçekleştirdiğimde seve seve detaylıca anlatırım.

Geleceğe dair büyük hedefleriniz ve planlarınız var mı?
Elbette ki var. Ama ben bunlara “plan” ve “hedef” demektense “hayal” demeyi tercih ediyorum. Planlar ve hedefler çok büyük bir özgüvenin büyük lafları gibi geliyor bana. Çünkü hayat bana bir şeyi öğrettiyse o da şudur: “Bir sizin planlarınız vardır, bir de hayatın sizin için yaptığı planlar vardır.” Ruhen toyken zannederiz ki her şey planladığımız gibi gidecek. Bir sürü plan yaparız. Oysa hayat planladığımız gibi gitmez. Sonra olanları kabullenip değişime ayak uydururuz. Ama hayal kurmaya devam ederiz. En güzeli de budur.

Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.